1919 yılında Atatürk, Türk Kurtuluş Savaşını oluşturmaya başlarken, dünya, 1. Dünya Savaşı ertesi döneme girmekteydi. Bu yeni dönemde uluslar arası ilişkilerde, Avrupa’nın rolü azalmakla birlikte, yine de ağırlık merkezini oluşturmaktaydı.
Dünya Savaşı, özellikle Avrupa’da büyük yıkıma yol açmıştı. Savaşın galiplerinden İngiltere ve Fransa, büyük problemlerle karşı karşıyaydı. Yenik devletler, özellikle de Almanya, daha da büyük sıkıntılar içindeydi. Rusya, iç savaşın getirdiği sosyal çalkantılar ve iç savaşın acılı günlerini yaşıyordu. İtalya’nın galibiyete rağmen morali oldukça bozuktu. Osmanlı ve Avusturya-Macaristan İmparatorlukları paramparça olmuştu.
Bu tablo içinde İngiltere ve özellikle Fransa için başta gelen dış konu, yenik devletlere ağır birer barış anlaşması imzalatmaktı. Böylece, savaş dönemi hukuken de sona erdirilerek, barış dönemine geçilebilecek ve pek çok meseleye el atılabilecekti. Yenik devletlerin bir daha savaşa cesaret etmemeleri için, bu barış anlaşmalarının ağır şartlar taşıması gerektiğine inanılmaktaydı.
Öte yandan, savaşı uluslar arası ilişkilerin bir aracı olmaktan çıkarmak amacıyla ve büyük umutlarla kurulan Milletler Cemiyeti ise Dünya Savaşı’nın kazanılmasında önemli bir rol oynayan A.B.D.’nin bu teşkilata girmeyerek yeniden “yalnızcılık politikası”na dönmesi yüzünden başarısız kalmaya mahkum kılınmıştı.
Dünya coğrafyasında yeni yeni devletler kurulmuş, bu devletlerin çeşitli sınır, azınlık vs. ihtilafları da beraberinde yani sorunlara kaynak oluşturmuştu.
Bu tabloda uluslar arası siyasi açıdan görünüm; çatışma unsurlarının potansiyel olarak daha ağır bastığını ortaya koymaktaydı. Dünya siyasi yapısı allak bullak olmuştu. Bir yanda demokratik devletler, diğer yanda Komünizm, Faşizm, Nazizm
Ekonomik açıdan görünümü daha iç karatıcı mahiyetteydi. Kitleler savaşa “daha iyi yaşamak” için girmişken, savaş sonunda daha berbat bir politika ile karşı karşıya kalmışlarıdır. İşte iki savaş arası dönem bu nedenle bir barış döneminden ziyade, yeni bir savaş tohumlarının ekildiği bir dönemdir. Bir yanda revizyonist devletler, diğer yanda anti-revizyonist devletler...
İşte bu ortamda Türkler’e Sevr imzalatılıp Anadolu işgal edilecektir. Bu ortama Türkler'i getiren sorumluların çoğu,yurt dışına firar etmişti. Geride kalanların yapabildiği tek şey vardı: Kimin uşağı olalım? İngiltere’nin mi? A.B.D.’nin mi?
Bu sisli puslu havada ortaya çıkan M.Kemal, kitleleri peşine takarak Kurtuluş Savaşı’nı başlatmış, sonunda Sevr’i tarihin çöp sepetine atarak, Lozan’ı dikte ettirmiştir.
Kurtuluş Savaşı’ndan sonra dünyanın yeni bunalımlara girdiği yıllarda Atatürk Türkiyesi, başarılı bir dış politika ile her iki bloktaki devletlerin dostluğunu kazanmasını bilecektir. Gerçekten her iki blok, Türkiye’nin ittifakını elde etmeye çalışacaktır. Peki bunun sırrı neydi? Bu sır, Atatürk’ün izlediği milli dış siyaset idi.
Dünya Savaşı, özellikle Avrupa’da büyük yıkıma yol açmıştı. Savaşın galiplerinden İngiltere ve Fransa, büyük problemlerle karşı karşıyaydı. Yenik devletler, özellikle de Almanya, daha da büyük sıkıntılar içindeydi. Rusya, iç savaşın getirdiği sosyal çalkantılar ve iç savaşın acılı günlerini yaşıyordu. İtalya’nın galibiyete rağmen morali oldukça bozuktu. Osmanlı ve Avusturya-Macaristan İmparatorlukları paramparça olmuştu.
Bu tablo içinde İngiltere ve özellikle Fransa için başta gelen dış konu, yenik devletlere ağır birer barış anlaşması imzalatmaktı. Böylece, savaş dönemi hukuken de sona erdirilerek, barış dönemine geçilebilecek ve pek çok meseleye el atılabilecekti. Yenik devletlerin bir daha savaşa cesaret etmemeleri için, bu barış anlaşmalarının ağır şartlar taşıması gerektiğine inanılmaktaydı.
Öte yandan, savaşı uluslar arası ilişkilerin bir aracı olmaktan çıkarmak amacıyla ve büyük umutlarla kurulan Milletler Cemiyeti ise Dünya Savaşı’nın kazanılmasında önemli bir rol oynayan A.B.D.’nin bu teşkilata girmeyerek yeniden “yalnızcılık politikası”na dönmesi yüzünden başarısız kalmaya mahkum kılınmıştı.
Dünya coğrafyasında yeni yeni devletler kurulmuş, bu devletlerin çeşitli sınır, azınlık vs. ihtilafları da beraberinde yani sorunlara kaynak oluşturmuştu.
Bu tabloda uluslar arası siyasi açıdan görünüm; çatışma unsurlarının potansiyel olarak daha ağır bastığını ortaya koymaktaydı. Dünya siyasi yapısı allak bullak olmuştu. Bir yanda demokratik devletler, diğer yanda Komünizm, Faşizm, Nazizm
Ekonomik açıdan görünümü daha iç karatıcı mahiyetteydi. Kitleler savaşa “daha iyi yaşamak” için girmişken, savaş sonunda daha berbat bir politika ile karşı karşıya kalmışlarıdır. İşte iki savaş arası dönem bu nedenle bir barış döneminden ziyade, yeni bir savaş tohumlarının ekildiği bir dönemdir. Bir yanda revizyonist devletler, diğer yanda anti-revizyonist devletler...
İşte bu ortamda Türkler’e Sevr imzalatılıp Anadolu işgal edilecektir. Bu ortama Türkler'i getiren sorumluların çoğu,yurt dışına firar etmişti. Geride kalanların yapabildiği tek şey vardı: Kimin uşağı olalım? İngiltere’nin mi? A.B.D.’nin mi?
Bu sisli puslu havada ortaya çıkan M.Kemal, kitleleri peşine takarak Kurtuluş Savaşı’nı başlatmış, sonunda Sevr’i tarihin çöp sepetine atarak, Lozan’ı dikte ettirmiştir.
Kurtuluş Savaşı’ndan sonra dünyanın yeni bunalımlara girdiği yıllarda Atatürk Türkiyesi, başarılı bir dış politika ile her iki bloktaki devletlerin dostluğunu kazanmasını bilecektir. Gerçekten her iki blok, Türkiye’nin ittifakını elde etmeye çalışacaktır. Peki bunun sırrı neydi? Bu sır, Atatürk’ün izlediği milli dış siyaset idi.
Saolun ödevimi yaptım
YanıtlaSil